Psikolojik Danışmanlık ve
Evlilik Terapileri Merkezi

Sinema Filmleri ile İyileşmek

Sinema Filmleri ile İyileşmek

Uzm. Psk. İpek Güzide PUR

İnsan, bazen bir film izler, bir kitap okur ve hayatı değişir… Defalarca izleseniz de bıkmayacağınız bir film mutlaka vardır. O filmi düşünün, en sevdiğiniz karakter hangisi? Onun en sevdiğiniz ve en nefret ettiğiniz özellikleri neler? Sinematerapi, tek başınıza film izleyip üzerine düşünerek ve sonrasında bir yere filmle ilgili düşüncelerinizi yazarak veya bir dostunuzla konuşarak olabilir. Psikoterapistinizin size önerdiği bir filmi izleyip sonrasında seansta birlikte filmin üzerine düşünüp konuşarak da, grup halinde arkadaşlarınızla filmi izleyip üzerine derinlemesine tartışarak da…

Yüksek lisans tezimin konusu olduğu için ben sinematerapiyi grup psikoterapisi şeklinde kullanmıştım. Alkol bağımlılığı tedavisi görmüş veya görmekte olan kişilerle, ruh sağlığı uzmanları tarafından üzerine ince ince düşünülerek seçilmiş filmleri grup halinde izleyip sonrasında grup terapi seansında tartışmıştık. En sevdiğiniz sahne hangisiydi? En duygulandığınız sahne hangisiydi? Filmin sonunu beğendiğiniz mi? Siz filmin kahramanının yerinde olsaydınız ne yapardınız? Bu tür sorularla, başarılı alkol bağımlılığı tedavisi atlatan başkahramanları olan filmleri izleyip üzerine tartışarak, araştırmaya katılanların kendi tedavilerinin de başarılı olacağına dair inançlarını arttırabilmiştik.

Değişim, tezime katılan kişilerde, özellikle Bandura’nın (1986) Sosyal Öğrenme Kuramı’nın temel alarak olmuştu. Bandura’nın kuramına göre, insanların yeni bir davranışı öğrenebilmek / memnun olmadıkları bir davranışlarını değiştirebilmek için illa ki yaşayarak sonuçlarını görmeleri gerekmez; başkalarının yaşadıklarını gözlemleyerek de öğrenebilirler. Bunun en basit örneği, çocukların ebeveynlerini taklit ederek konuşmayı (dili) sonra da birçok yetişkin davranışını öğrenmeleridir. Yetişkinler olarak bizler de, yeni bir dili, etkili iletişim kurmayı, başarılı ilişkiler edinmeyi çoğu zaman, bu konularda başarılı kimseleri gözlemleyerek öğreniriz. Bazen bir uzmana sorarız: “bu durumda ne yapmalıyım” şeklinde fakat biliyoruz ki, terapinin çok önemli bir kısmı, terapistin terapiye gelmiş kişiye kendi davranışlarıyla örnek olması yoluyladır. Buna psikolojide “rol model olmak” deriz. Terapist, her hafta, zamanında, temiz, bakımlı, dinç bir şekilde, terapiye gelen kişiye değer vererek, dinleyerek, anlamaya çalışarak, sadece o kişi için, o an, orada olacaktır. İşte terapiye gelen kişi, terapistinin bu davranışlarını öğrenir, ona güven duymaya başlar, içselleştirir ve sonra kendi ilişkilerinde uygulayabilmeye başlar. Nasıl ki terapist seansa geç kalsa, bakımsız, dikkatsiz, mutsuz görünse, terapiye gelen kişi ondan memnun kalmaz; aynı şekilde anne-babası kavga eden, mutsuz görünen, iş hayatında başarısız olanların çocukları da gelecek hayatlarında sağlıklı, mutlu ilişkiler ve başarılı bir kariyer kuramazlar. Çocuklara ders çalışmayı, başarılı, düzenli, disiplinli olmayı öğretmenin en iyi yolu, önce ebeveynlerinin böyle olmayı başarabilmelerinden geçer.

Duygusal açıdan etkilendiğimiz filmlerde de, genelde başkahramana kendimizi çok yakın ve benzer hisseder ve filmdeki olayları kendimiz yaşamışız gibi hissederiz. Zaten bunun sonucunda filmleri izlerken ağlayabilir veya gülebiliriz. Kendimizle “özdeşleştiremediğimiz” kahramanların filmlerini genelde beğenmeyiz, çünkü onlarda kendimizden bir şey bulamamışızdır ve film duygularımıza dokunamamıştır. İşte böyle duygularımıza dokunabilen filmleri sadece izleyerek bile değişebiliriz çünkü o kahramanı örnek alırız. “Onun yerinde olsam, ben de aynı onun gibi yapardım” cümlesi bizi “demek ki sonucu da böyle olurdu, başıma bunlar gelirdi” ye götürür. Böylece, hayatımızda birçok davranışı yapmadan da sonuçlarını öğrenip kendi hayatımızda uygulamaya geçirip geçirmemeye karar veririz. “O alkolü bırakabildiyse, ben de bırakabilirim”, “onun kadar hırpalanmış bir kadın bile aşkı bulabildiyse, ben de bulabilirim” gibi. Bu umut, kişinin istediği yönde değişebileceğine olan inancını arttırır ve değişime giden yolun taşlarını döşer.

Sinematerapi, günlük hayatta da, terapi sürecinde de uygulanabilir bir tekniktir. Aslında izleyeceğimiz filmi seçme aşamasında kendimize sinematerapi yapmaya başlarız. O filmi, o gün, o saatte izlemek istememizin mutlaka psikolojik bir sebebi vardır çünkü filmler, o andaki psikolojik ihtiyaçlarımızın göstergeleridir. Mutsuzsam bana umut verecek bir romantik komediye veya doya doya ağlamaya, rahatlamaya ihtiyaç duyabilirim. Kaygılıysam, önceden izlediğim ve beni bu dünyadan alıp götüreceğine emin olduğum bir filmi tekrar izleyebilirim. Hayatım monotonlaştıysa, bir bilimkurgu veya korku filmi ile hayatıma heyecan katabilirim. Eşimle kavga edip nasıl barışacağımı bilemiyorsam, onun da sevdiği bir aktrisin oynadığı bir film seçerek aramızı yumuşatabilirim. Bu şekilde, o anda var olan duygusal ihtiyacıma göre duygularımı ve hatta eşimle duygularımızı yönetebilirim.

Bütün duyguları hissetmek normaldir; çoğu zaman anormallik yaratan o duyguları nasıl dışavurduğumuzdadır. Mesela öfke hissetmek beni bir sorunu çözmek için harekete geçirebilir fakat öfke duygum çağlayan gibi coşmuşken “durup” mantıklı düşünemem ve akıntıya kapılıp boğulabilirim. O anda, dışavurulması gereken sözler aslında: “Şu anda çok öfkeliyim, mantıklı düşünemiyorum, sakinleşmem lazım” olmalı, yoksa hem kendime hem başkalarına zarar verecek sonuçlara yol açabilirim. Öfkenin işlevsel kullanımındaysa, öfkelendiğimde bir süre “durup”, sakinleşip, aslında neye kızdığımı analiz etmem bana çok şey kazandırabilir.

Örneğin trafikte bir başka şöfor bana bağırdığında ve hatta küfür ettiğinde çok sinirleniyorum ama aslında neye kızıyorum? Önemsenmediğime mi, umursanmadığıma mı, başarısızlığıma mı? Bunları düşünüp öfkemin altında yatan düşünce kalıplarımı bulursam öfkemi kendime faydalı bir şekilde çözebilir ve mutlu olabilirim. Aslında “kırk yılda bir trafikte bir dikkatsizlik yaptım” diye düşünsem kimsenin bana küfür etmesi beni kızdıramaz, fakat benim bu olaya atfettiğim anlam, “araba kullanamıyorum, BUNDA DA ÇOK BAŞARISIZIM” şeklinde felaketleştiren bir genellemeyse, çok öfkelenebilirim ama orada öfkem karşımdaki sürücüye değil, kendimedir.

Öfkenin altında yatan sebepleri bilmediğimizde, özellikle çiftler gündelik, fındık kabuğunu doldurmayacak sorunları çığ gibi büyütüp onların içinde kayboluyorlar. Bunun için çok güzel bir örnek, “Bizim Hikayemiz” (1999) filmidir. Filmde, iki çocuklu, evli bir çiftin boşanma aşamasına kadar yaklaşmalarından, tanışmaları ve ilk buluşmalarına kadar geçmişlerine gideriz. İlk başta, çok zıt olan ikilinin kişilikleri birbirini tamamlamış, zıt kutuplar birbirini çekmiş ve mükemmel bir denge oluşturmuştur fakat çocukların doğumundan ve sorumluluklarının artmasından sonra yeniliklere uyum sağlayamamışlardır. Sonuçta, eskiden işe yarayan arabulucu, sorun çözücü teknikleri artık işlemez hale gelmiştir. Önceden birbirlerini güldüren özelliklerinin nasıl artık birbirlerini öfkelendirir hale geldiğini görürüz. Ayrılık sürecinde, ikisi de hatalarını fark eder ve uzlaşma sürecine girerler. İşte ilişkiler, ancak bu farkındalıkla gelişip büyüyebilir, yoksa geçmişteki gibi kalmakta diretilirse, dengesi bozulan terazi artık ailenin üyelerini taşıyamaz hale gelir. Sorun yaşayan çiftler de bu filmi izleyip kendilerine örnek alabilir, kendilerine uygun dersler çıkarabilir, birlikte izleyip sonra filmle ilgili sohbet edebilirler.

Filmin üzerine konuşmasak bile izlediğimiz her filmin bizi, bilinçaltı seviyesinde etkilediğini ve değiştirdiğine inanıyorum. Çiftlerin, ilişkilerinin bozulmasında en önemli etkenlerden birinin “uzaklaşma” olduğunu biliyoruz. Bununsa en iyi ilacı, bazen -canımız istemese bile- baş başa geçirilen vakti arttırmaktır. Eskiden yaptığımız ama artık yapmadığımız aktiviteleri arttırarak, çift olarak enerjimizi yükseltebiliriz. Bunun da liseli aşıklardan 90 yaşında emekli çiftlere kadar en iyi, en kolay ve bir o kadar da işlevsel yolu, sinemada, baş başa bir film izlemek değil midir?
 
Kaynaklar:
Bandura, A. (1986). Social foundations of thought and action: A social cognitive theory.Englewood Cliffs, NJ: Prentice-Hall.
 
Frank Capra (Yapımcı) & Rob Reiner (Yapımcı) (1999). Bizim Hikayemiz (The Story of Us). USA: Castle Rock Enterntainment.

Tel:
+90 212 325 75 35 
+90 532 153 43 69
E-mail: facetofaceterapi@gmail.com